SİZE İKİ EMANET BIRAKIYORUM KUR’AN VE SÜNNETİM Hz. Muhammed (sav)

16.10.2021
122
Okuma Süresi: 17 dakika
A+
A-
SİZE İKİ EMANET BIRAKIYORUM KUR’AN VE SÜNNETİM Hz. Muhammed (sav)

Muharrem GÜNAY

Mevlid, doğum, doğum zamanı, doğum günü demektir. Mevlid Kandili ve ya Mevlid Gecesi, Rebiul-evvel ayının 11. gününü 12. gününe bağlayan gecedir.  Alemelere rahmet, bereket ve İnsanlığın kurtuluşu için gönderilen son ve en büyük peygamber, Hz. Muhammed (sav) Milâdi 571 yılında yâni Hz. İsa’nın doğumundan 571 yıl sonra Kameri aylardan Rebiü’l-evvel ayının 12. gecesi doğmuştur. Bu mübarek geceye “Mevlid Kandili” denir. Peygamber efendimizin doğum günü, bütün Müslümanların bayramıdır.

                Allah’ın gönderdiği din olan İslam Hz. Âdem ile başlamış, Hz. Muhammed ile kemale ermiştir. Tevhid dininin (İslam’ın) son halkasını Hz. Muhammed (s.a.s.) teşkil etmektedir. Tevhid kelimesinin ikinci bölümü, Hz. Muhammed’in (s.a.s.) Allah’ın rasûlü/elçisi olduğuna iman etmektir. Bu inanç, bizi peygamberin örnek ve önderliğinin kabulüne götürür. 

                Güzel dinimizin iki temel kaynağı vardır. Bunlar yüce kitabımız Kur’ân-ı Kerîm ve Peygamber Efendimizin Sünneti’dir. Nitekim Hz. Peygamber Veda Hutbesi’nde, “Size iki şey bırakıyorum (Bunlara tutunursanız) asla yolunuzu şaşırmazsınız. Allah’ın kitabı ve sünnetim..” buyurmuşlardır.

                Ashâb–ı kirâm, İslâm dinini, Kur’ân-ı Kerîm, Hz. Peygamber’in şahsı ve onun sözlü veya fiilî tebliğ ve tâlimâtı demek olan sünnetinden meydana gelen bir bütün olarak tanıdı. Hz. Peygamber’in vefatından sonra İslâm dini, Kitap ve Sünnet’in ortaya koyduğu esaslar çerçevesinde anlaşıldı ve yaşanmaya çalışıldı.  Daha ilk halîfe Hz. Ebû Bekir zamanında Kur’an âyetleri bir araya toplandı. Bizzat Hz. Peygamber’in izniyle kendi devrinde başlayan sünneti ezberleme ve yazarak derleme çalışmaları ise, zaman içinde giderek hız ve yaygınlık kazandı. İlk bir buçuk asırda tamamen yazılı hale getirilmiş olan sünnet bilgi ve belgeleri, ikinci ve özellikle üçüncü hicrî yüzyılda büyük hadis kitaplarında toplandı. Bugün bizim hadis kitaplarında gördüğümüz bu yazılı metinler, birer sünnet belgesi olarak hadis adıyla anıla geldi. 

Sünnet Ne Demektir?

                Sünnet, sözlükte yol demektir. Yolun iyisine de kötüsüne de sünnet denir. Yalın halde söylendiği zaman “güzel yol” anlamındadır.  Kur’ân-ı Kerîm’de bu kelime, devamlı âdet, kâinâtın düzeninde geçerli olan tabiî kanunlar, gidilen yol gibi anlamlarda kullanılır. Bir de sünnetullah terimi vardır. Bu, Allah’ın koyduğu kurallar, toplumların hayatlarında görülen ilerleme, gerileme ve hatta yok olmada geçerli olan ilâhî kanunlar demektir.(Bak. Enfal: 39; Hicr: 13; Ahzab: 62; Fatır: 43; Fetih: 23; İsra 77; Mü’min: 85)

                Terim olarak sünnet, söz, fiil ve takrirleri ile Hz. Peygamber’in İslâm’ı yaşayarak yorumlaması demektir. Bu anlamda sünnet, hadisten daha kapsamlıdır.  Nitekim “Size iki şey bırakıyorum. Onlara sıkı sarıldığınız sürece yolunuzu şaşırmazsınız: Allah’ın kitabı ve Resûlü’nün sünneti..”(Mâlik, Muvatta’, Kader 3) hadisinde bu anlam açıkça görülmektedir. Hz. Peygambere nisbet edilen her şeyin yazılı metni mânasında hadis, günümüzde sünnet  yerine de kullanılmaktadır. Artık bugün hadis deyince sünnet, sünnet deyince hadis anlaşılmaktadır. Sünnetin çoğulu sünen olduğu gibi Hz. Peygamber’in söz, fiil ve takrirlerine ait  hadisleri içeren kitaplardan bir kısmının adı da Sünen’dir.

                 Başlangıçta  hadisin, Hz. Peygamber’in sözlerini, sünnetin  ise, fiil ve uygulamalarını ifade etmek için kullanılması, hadisi sünnetten ayrı düşünmek için yeterli değildir. Bu birlik, sünnete, kendine ait olmayan bir unsuru yamamak, ona kendisinden olmayan bir şeyi katmak mânasına asla gelmez. Bu yöndeki müsteşrik iddialarına kulak asmamak gerekir. Zaten sünnet, hadis kitaplarında gördüğümüz hadis metinleri değil, onların ifade ettiği mânalardır.
                 Sünnet, Kur’ân’ın açıklayıcısı olduğu için Kur’ân-ı Kerîm’den hemen sonraki ikinci delildir. Kur’an, okunan vahiy; sünnet, rivayet olunan vahiy  (Şâfiî, Risâle, s. 91-92); hadis ise,  “rivayet edilen sünnet” (Kâsımî, Kavâidü’t-tahdîs, s. 35-38; Cezâirî, Tevcîhü’n-nazar, s. 2)  demektir.
 Hz. Peygambere Kitap nasıl vahyolunmuş ise hadisler de öylece vahyolunmuştur. Bununla birlikte Peygamber Efendimize Kur’an’ı beyan ve tefsir etme yetkisi ile Kur’an’da açıklanmayan hükümleri koyma yetkisi verilmiştir. Bunun içindir ki Kur’an-ı kerim’de:
“Peygamber size ne getirmiş ve ne söylemiş ise onu alınız. Hangi şeyden nehy ederse ondan askınınız” (Haşr (59) : 7) buyrulmuştur.


                Peygamber Ve Sünnete Olan İhtiyaç

                Yüce yaratıcı insanoğlunu mükerrem ve mükemmel bir varlık olarak yaratmıştır. Fakat bu mükemmelliğine rağmen insan, ilâhî hitâba doğrudan muhâtap olacak yapıya sahip değildir. Bu sebeple dünyada insan hayatının başladığı günden beri, Allah Teâlâ, onların arasından seçtiği “Nebî” veya “Resûl” denilen peygamberleri kendisiyle kulları  arasındaki irtibâtı kurmak ve açıklamakla görevlendirmiştir.
                 Bütün peygamberler, Allah’ın emir ve nehiylerini O’nun kullarına ulaştırmak ve onlara doğru yolu göstermekle görevlendirilmiş hidâyet elçileridir. Peygamberler bu kutsal elçilik görevlerini hakkıyla yerine getirmeye çalışmışlardır. Bizim Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem de ümmetine Allah Teâlâ’nın istediği şekilde yaşamaları için gerekli bilgileri uygulamalı olarak vermiştir. Her peygamber gibi bizim peygamberimizin de iki temel görevi vardı: Tebliğ ve beyân. 
                “Ey Peygamber, Rabbinden sana indirileni tebliğ et, eğer bunu yapmazsan, O’nun elçiliğini yerine getirmemiş olursun” (Mâide sûresi (5):  67)
                “İnsanlara, kendilerine ne indirildiğini açıkca anlatasın diye sana da Kur’ân’ı inzâl ettik” (Nahl sûresi : 44)
                Peygamber Efendimiz vahiy yoluyla Allah’tan aldığı Kur’an âyetlerini, görevi gereği, insanlara sadece ulaştırmakla kalmıyor aynı zamanda onları açıklıyor ve anlatıyordu. Tebliğ ettiklerini açıklamak ve anlatmak onun aslî göreviydi. Hemen işâret edelim ki Peygamberimizin tebliğ görevi evrensel olduğu için, açıklamaları da ona uygun bir çerçeve ve nitelikte gerçekleşiyordu. Yani sünnet, Kur’ân’ın evrensel planda Hz. Peygamber tarafından yorumlanması demek oluyordu. 
                Mukaddes kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’in eksiksiz, yeterli, açık ve her şeyi açıklayıcı olmasına ve dinimizin de ikmal edilmiş bulunmasına rağmen, sünnetin ifade ettiği bir yorum ve anlatıma gerçekten ihtiyaç var mıdır, şeklinde bir soru aklımıza takılabilir. Gerçek şu ki, yüce kitabımızın yeterli, açık ve açıklayıcı oluşu elbette bir hakikattır. Ancak onun bu niteliklerine rağmen, muhatapları olan insanların anlayış seviyeleri farklı olduğu için onu tek tek doğru olarak anlayıp kavramaları mümkün değildir. Öte yandan sorumluluk için duymak değil, anlamak gerekmektedir. İnsanları anlamadıkları şeylerden sorumlu tutmak mümkün değildir. Bu sebeple kim, neyi anlamak ihtiyacında ise, ona onu anlatmak lâzımdır. En iyi, en güzel, en doğru ve en doyurucu açıklamayı da elbette Kur’an âyetlerini getirip tebliğ eden Peygamber yapacaktır. Peygamber’in açıklamaları, hiç bir zaman Kur’an’ın eksik,  yetersiz ve kapalı olduğu anlamına gelmez. “Allah’a kul olmak”tan başka görevi bulunmayan insanlar, ancak bu açıklamalar sayesinde O’na nasıl kulluk edeceklerini “Yani Kur’an’dan  ne yapacağımızı, sünnetten  ise nasıl yapacağımız öğrenmiş olacaklardır. Bu sebeple sünnetsiz bir Müslümanlık düşünmek mümkün değildir.

Müşrik Olurlardı

                Nitekin Caferi Sadık (Radıyallahu anh): “Eğer bir toplum Allah-u Teâlâ’ya ibadet
etseler, namaz kılıp zekât verseler, ramazan orucu tutup Beytullahı haccetseler sonra
da Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) in yaptığı bir şey hakkında: “Böyle
yapmasaydı daha iyi olmazmıydı?” Deseler veya içlerinde onun yaptığı her hangi bir
şeyden dolayı şüphe bulsalar elbette müşrik olurlardı.” Buyurmuş, sonra aşağıdaki ayet-i celileyi
delil olarak okumuştur.
                “Hayır! Öyle (dedikleri gibi) değil. Rabbine andolsun ki (onlar) aralarında ihtilaf
ettikleri meselelerde seni hakem yapmadıkça, sonra da verdiğin hükümden içlerinde bir sıkıntı (ve şüphe) duymadan, (sana) tam teslimiyetle teslim olmadıkça iman etmiş
olmazlar
.” (Nisa: 65)

                Tefsiri Kebir’de zikredildiğine göre Mevlâ Teâlâ bu ayeti celilesinde, bir takım şartları
bulundurmadan kulların iman sıfatıyla sıfatlanmış olmayacaklarına dair yemin etmiştir. Bu
şartlar da üç tanedir.

                1 – Karışık davalarda Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) i hakem tayin
etmek: Bu şart Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) in hükmüne razı olmayanın mümin
olmayacağına delâlet etmektedir.

                2 – İçlerinde Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) in hükmüne karşı bir darlık
bulmamalarıdır.

                Şu bilinsin ki, Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) in hükmüne razı olan kişi bazen
dışı ile razı görünüp, kalbiyle razı olmayabilir. Bundan dolayı Mevlâ Teâlâ, bu ayeti
celilesinde kalbin rızasının da şart olduğunu açıklamıştır. Fakat kalbin bir şeye meyli veya bir şeyden nefreti insanın elinde olmadığından ayeti celileden maksat bu değildir. Ancak bundan maksat Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) in verdiği hükmün hak ve gerçek olduğuna dair kalpte kesin ve şüphesiz bir inanç olmasıdır.

                3 – Tam manasıyla teslim olmaları.

                Bilinmelidir ki, bir kişi Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) in hükmünün doğru
olduğunu bilse de, bazı kere inadına onu kabul etmekten çekinebilir veya duraklayabilir. İşte Allahu Teâlâ bu ayeti celilede, bir kişinin mümin olabilmesi için Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) in hükmünün doğruluğuna dair kalbinde şüphesiz bir inanç bulunması gerektiği gibi, zahirde de o hükme teslim olması gerektiğini beyan etmiştir.

                Dolayısıyla ayeti celilede geçen (Sümme lâ yecidû fî enfüsihim haracen mimmâ
gadeyte) “Sonra senin hükmünden içlerinde bir darlık bulmayacaklar”, kavli şerifi, bâtının
inkiyâdı (kalbin teslimiyeti) demek olduğu gibi (ve yüsellimû teslîmen) “Tam manasıyla
teslim olacaklar
” kevli şerifi de zahirin inkiyadı (dışın boyun eğmesi) demektir.
Ruhul Beyan tefsirinde zikredildiğine göre, bu ayeti celilelerde, Allah ve

                Rasulünün emirlerinden bir şeyi reddedenin islâmdan hariç olduğuna dair bir takım
deliller bulunmaktadır. O halde farz-ı ayn olan işlerde Rasulullah (Sallallahu aleyhi
vesellem) e uymak farz-ı ayn, kifâye yoluyla farz olanlarda, farz-ı kifâye, vacip olan şeylerde, vacip, sünnetlerde ise sünnettir. Ona muhalefet ise, islâm nimetini sahibinden giderir. Çünkü Efendimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) hak yolda delildir. Delile muhalefet ise dalâlettir.(Sapıklıktır
.) Nitekim:

                “An abdillâhibni amrın (r.a.) gâle: Rasulullahi (Sallallahu aleyhi vesellem): “Lâ yü’minu
ehadüküm hattâ yekûne hevâhû müttebian limâ ci’tü bihî”

                “Abdullah ibni Amr (r.a.) dan rivayet edildiğine göre, Efendimiz (Sallallahu aleyhi
vesellem) şöyle buyurdu: “Sizin birinizin hevâsı (arzu ve isteği) benim getirdiğim yola uymadıkça iman etmiş olamaz.” (Hakim, Ebû Nasr, Hatib, Ali el Müttakî, Kenzül Ummal:1/217, No. 1084)                 Mevlid “doğum-doğuş” olduğuna göre, Mevlid kandili Türk ve İslam dünyasının inşaAllah yeniden doğuşuna ve dirilişine vesile olur. Kandiliniz mübarek olsun.

Bir önceki yazımız olan Millet-i Sadıka’dan Büyük İhanete: Ermeni Terörü başlıklı makalemizde Agop Agopyan kim öldürdü, ASALA ve asala'yı kim bitirdi hakkında bilgiler verilmektedir.

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.